Sanat; öyle güçlüdür ki ne cezaevi
şartlarını dinler ne hasretin
çaresizliğini ne de hayatın zorluğunu,
üretmeye devam eder her yerde ve her
koşulda. Orhan Kemal ile Nazım Hikmet’in
yolları 1940 yılında Bursa Cezaevi’nde kesişir. İstanbul, Ankara,
Çankırı Cezaevlerinden sonraki durağı Bursa olmuştur Nazım Hikmet’in.
Yazdıkları sebebiyle on iki yıldan fazla
cezaevlerinde kalacaktır. Orhan Kemal
ise askerliğini yaparken mahkûm edilir.
Kayseri ve Adana’dan sonra Bursa Cezaevi’ne nakledilir. Suçlarından biri de
Nazım Hikmet okumaktır. İşte, kaderin
bir garip cilvesidir ki uğruna hapsolacak
kadar büyük bir hayranlık duyduğu şair
Nazım Hikmet de Bursa Cezaevi’ndedir.
Nazım Hikmet’le aynı cezaevinde olmak
bile büyük bir şansken, iki büyük insan
aynı koğuşa düşerler. Koğuş arkadaşlığı
ile başlayan dostluk, Nazım Hikmet’in
Orhan Kemal’e dersler vermesi ve hatta
sanat hayatının gidişatını değiştirmesi ile iyice pekişir. Cezaevinde kesişen
yollar, edebiyatımıza yeni ve büyük bir
yazar kazandırmıştır. Orhan Kemal, cezaevinden çıktıktan
sonra, 1947 yılında yazdığı “Nazım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl” adlı anı-biyografi kitabında, büyük şairin Bursa’ya geleceğini duyduğu andaki sevincinden,
heyecanından başlayarak beraber geçen
zamanları anlatır. Nazım Hikmet’in yattığı aynı cezaevine
geleceğini duyduğunda, hayranı olduğu bir şairi tanımanın ötesinde bir şair
adayı olarak da fazlasıyla heyecanlanır
Orhan Kemal. Çünkü cezaevinde şiir yazan birkaç kişiden biridir ve kendisinin
aralarında en iyisi olduğunu düşünmektedir. Böyle bir durumda Nazım Hikmet’in şiirlerini okumasının ve eleştiride
bulunmasının anlamı çok büyüktür. Koğuş arkadaşı da olmalarının etkisiyle
Orhan Kemal’in hayalini kurduğu şey
çok zaman almaz ve Nazım Hikmet, Orhan Kemal’in şiirlerini okur ama beğenmez! Bunu da anında söyler. Ancak bu
anda tesadüfen Orhan Kemal’in düzyazılarını okuma fırsatı bulur; beğenir. İşte
böylece Nazım Hikmet, Orhan Kemal’i
düzyazı yazmaya teşvik eden kişi olur.
Ki bu teşvik sonradan edebiyatımızın –
toplumcu gerçekçi damarda– ölümsüz eserlerini yaratacak olan bir öykü-roman
yazarı yaratır. Orhan Kemal, eserlerinde hayatın içinden, gerçeklik kokan hikâyeler anlatır,
sıradan insanların yaşamlarına yer verir.
Çoğu eseri sinemaya, tiyatroya uyarlanır. Eserlerinin oyunlaştırılmasına, Yeşilçam da film olmasına biraz da “ekmek
parası” uğruna yardımcı olur. Durmadan hem roman, hem öykü yazar. Hem
anı, oyun, röportaj ve inceleme türlerinde önemli eserler verir. Nazım Hikmet’in Orhan Kemal’e tek katkısı düzyazıya teşvik etmesi değildir. Fransızca,
felsefe ve siyaset dersleri de verir. Hem
yazmasında hem de hayata bakış açısına
önemli katkıları vardır. Kitapta sadece kendisi üzerindeki etkilerden bahsetmez Orhan Kemal; Nazım
Hikmet’in insani yönlerinden, yardımseverliğinden, çaresizliğinden, sevincinden de bahseder. Piraye ziyaretine
geldiğinde yaşadığı heyecanı, maddi sıkıntı çeken Piraye’ye yardım edebilmek
için satın alınan dokuma tezgâhlarını ve bu tezgâhlardan gelen paradan dostlara
da paylar ayrıldığını, Celile Hanım ziyarete geldiğinde Nazım’ın kendi yaptığı
resimleri gösterdiğini ve Celile Hanım
Nazım Hikmet’i resmederken nasıl çocuk gibi yerinde duramadığını, kendisinin hediye ettiği yavru tavşana nasıl
çocuk gibi sevindiğini ve onunla büyük
bir keyifle ilgilendiğini de anlatır Orhan
Kemal anılarında. Bir cezaevi arkadaşlığından öte bir “usta”dır Nazım Hikmet ve ustalığı yalnızca sanatla sınırlı değil hayata ilişkin her
alandadır. Fikirlerini benimsemeyenler
bile saygı duyar O’na; hem mahkûmlardan hem yöneticilerden akıl danışanlar
çok olur. O da büyük bir zevkle ustalık
eder. Zor şartlar altında dahi üretmekten, öğrenmekten asla vazgeçmez.
Gözlemler insanları. Çoğunun resmini
çizerken dinlediği hayat hikâyelerini hafızasının bir köşesine iliştirir ve zamanı
geldiğinde eserlerinde yer verir onlara.
Orhan Kemal’in de değindiğine göre
Memleketimden İnsan Manzaraları adlı
ölümsüz eserinde adı geçen çoğu kişi cezaevindeki mahkûmlardır; kâh adları
aynıdır kâh hikâyeleri; ama yer edinirler
farkında bile olmadan. Bursa Cezaevi yıllarında, yalnızca Orhan Kemal’i etkilemez Nazım Hikmet;
Ona çırak olmaya gelen genç bir çocuktan bahseder Orhan Kemal kitabında.
Nazım Hikmet’e, resim yaparken çıraklık eden o genç, ünlü ressam İbrahim Balaban’dır! Hem edebiyatta hem resimde,
hem dostlukta gösterir ustalığını büyük
ozan. Orhan Kemal gibi bir yazarı, İbrahim Balaban gibi bir ressamı yetiştirir
kültürümüze. Aslında sanat üzerindeki
etkisi çok daha fazladır; bilerek bilmeyerek etkiler çoğu insanı Nazım Hikmet. Serbest ölçü ile yazdığı şiirleri Türk
Edebiyatında yeni bir akım olurken toplumcu-gerçekçi edebiyat anlamında da
öncülük eder. Cezaevinde beraber geçen
üç buçuk yılın ardından ne yazık ki bu
büyük edebiyat insanlarımızın bir daha
yolları kesişmez. Nazım Hikmet Türkiye’de kendisini zorlayan şartlar ve ölüm
tehditlerinden dolayı yurt dışına gider.
Orhan Kemal ise oğlunun adını Nazım koyarak yâd eder üstadını. Nazım
Hikmet, 3 Haziran 1963’te Moskova’da
memleket hasreti ile göçer bu dünyadan.
Orhan Kemal de 2 Haziran 1970’te Sofya
ziyaretinde vefat eder. İkisinin ölümü de
zamansız ve erkendir; yazılacak, söylenecek bunca çok şey varken. Haziran, anma ayı olur o nedenle; “Haziranda Ölmek Zor”dur. “Orhan Kemal’in güzel anısına” diye başlayan ve
Usta Nazım’dan bahseden bu şiirle Hasan Hüseyin de anar bu ikiliyi. Sanat
öyle güçlüdür ki, ne cezaevi şartlarını
dinler ne hasretin çaresizliğini, ne de
hayatın zorluğunu. Sanatçı üretmeye devam eder her yerde ve her koşulda. Sanatçılar yaşarken de etkiler birbirlerini,
öldükten sonra da. Orhan Kemal, Nazım
Hikmet’ten etkilenir; bir başkası da ondan, onlardan… Nazım Hikmet’le geçen üç buçuk yıl yerini “Nazımsız” ve “Orhansız” yıllara
bırakırken Haziranda ölmenin zorluğu
bir kez daha anlaşılır. Ama sığınılacak
liman yine sanat olur…
Henüz yorum yapılmamış.