İnsan zihninin yönlendirmesi ile gündelik rutin pratiklerimizde mekân olgusunun varlığına ilişkin farkındalığı yitiririz. Mekânsal düşünme kabiliyetimizi bize hatırlatan ve bu şekilde düşünmeyi öğreten, eğitim olur. Cumhuriyetin erken dönemlerinden bugüne “Hayat Bilgisi Öğretim Programları”; çevreyi anlamayı ve irade kullanımını, mekânsal tasarı ile birleştirecek yetileri kazandırmaya yöneliktir. 1926 İlk Mekteplerin Müfredat Programı’nda Hayat Bilgisi dersinin hedeflerinde; bireyi irade kullanımı ile mekânsal tasarı ve algılamaya dönük kabiliyetleri artırmaya dönük bir çaba görülür. Günümüzde ise birey daha edilgen olarak eğitim programları kapsamında haritada ya bir şey gösterir ya bir şey çizer. Mekânsal düşünme ve düşünerek hareket etme kabiliyetine yönelik eğitim sisteminin bu noktaya gelmesi nedeniyle toplumumuzun en büyük eksikliklerinden birisi, herhangi bir sürecin mekânsal olarak tanımlanmamasıdır. Bir süreci mekânsal olarak tanımlamanın önemi, tarihte büyük dönüşümü gerektiren birçok örnekle anlaşılabilir: İngiliz Hükümeti’ni Şubat 1714'te Boylam Yasası’nı çıkartmak zorunda bırakan olay, 1707’de yanlış boylam hesabı nedeniyle İngiliz donanmasında yaşanan dört gemi ve iki bin mürettebatlık kayıp oldu. 19. yüzyılda Londra, kolera salgınını yaşandığında salgının mekânsal ilintisini algılayan John Snow, harita aracılığıyla salgının kaynağını buldu ve epidemiyolojide mekânsal devrimi gerçekleştirdi. Covid-19 salgını sonrasında bunun daha kapsamlı pratik bir örneğini yaşantılarımızda uygulayarak tüm dünyada bütün gündelik planlamalar, salgın haritaları üzerinden yapıldı. Mekânsal verinin dış mekânda kullanımının yanında iç mekân kullanımına ilişkin de tarihte trajedik olaylar yaşandı. Worcester’da 6 itfaiyeci yanan soğuk hava deposunda, iç mekânda yön tayin edebilecekleri bir teçhizatları olmaması nedeniyle iş cinayeti kurbanı oldu. NASA ise 17 yıl sonra bu soruna çözüm bulabilecek bir teknolojiyi geliştirdi. Sivil kitle kaynaklı süreç yönetimi, mekânsal verinin kullanımı açısından diğer önemli bir alan oldu. Open Street Map, gönüllülük esaslı olarak birçok toplumsal krizde mekânsal veriyi toplumun kullanımına sunabilecek şekilde organize oldu. Swahili’de ‘tanıklık’ anlamına gelen Ushahidi Platformu, 2007 Kenya ulusal seçimlerinin ardından şiddet olaylarını takip etmek için kuruldu. 2010 yılında Haiti’de gerçekleşen deprem sonrasında afet ve toplumsal süreç yönetimleri için sıklıkla kullanıldı. Haiti depreminde Port-au-Prince’deki eşine ulaşmaya çalışırken kitle kaynaklı bir mekânsal afet yönetim sürecinin başlangıcını oluşturan Patrick Meier, dijital iyiliksever anlamına gelen “Digital Humanatarians” isimli kitabında bu süreci şu şekilde anlattı: “Afet bölgesinden iletilen yardım mesajlarını Ushahidi aracılığıyla mekânsallaştıran bu çabanın sonucunda birçok ihtiyaç sahibine yardım ulaştırılabildi.” Meier; bir yazısında afet sırasında mekânsal veriyi kullanmayanları Harry Potter evrenindeki Muggle’lara benzetti, mekânsal veriyi kullananları ise büyücülere. Ortada bir sihir vardı. Nitekim ona ABD deniz piyadesinden harita sayesinde her gün hayatlar kurtarıldığını ve haritayı sürekli kullandıklarını yazanlar oldu. 6 Şubat depremi sonrasında da bu iyi niyetli çabalara benzer şekilde Odamız, İhtiyaç Haritası ve Yer Çizenler gibi kurum, topluluk ve oluşumlar; mekânsal veri ve bilginin önemini hissettirdiler. Fakat birçok afette ülkemizde bu konuya ilişkin ciddiyetin kurumlar, diğer meslek grupları ve toplum olarak yeteri kadar verilmediğini görüyoruz. Günümüzde acil bir ihtiyaç haline gelen mekânsal veri ve bilginin süreç yönetiminde kullanımına ilişkin bir eksiklik olduğu açıkça görülebiliyor. Yazının en başında bahsetmiş olduğum mekânsal düşünmenin öneminin kavranmamasına ilişkin olgu, bu tartışmayı yaratmamız önünde bir engel olarak görünüyor. Fakat bir problemi çözmekle birlikte bir toplumsal düzene isabet eden farklı iktidar alanlarını yaratmak da mekânsal bir tasarı gerektirir. Toplumsal yaşantıyı tüm hatlarıyla örgütlemek mekânda gerçekleşir. Son yıllarda iktidarlardan payımıza düşen her ne kadar liyakat, bilim ve teknikten uzak bir yönetim süreci olsa da yerine koyulabilecek tekil çabalar elbette yeterli değil; çünkü mekânsal olarak algılanmayan ve tasarlanmayan hiçbir kurgu gerçekleşmez. Bunu fiziksel krizler dışında toplumsal krizler için de düşünebilirsiniz. İrade kullanım alanlarında ne yazık ki mekânsallığa ilişkin eksiklik tüm toplumsal kesimler için geçerlidir. Bunu aşmak ise zihinsel olarak büyük bir değişim gerektiriyor. Kopernik “De revolutionibus orbium coelestium” çalışmasını yayımladığında mekânsal bir düşünceyi alaşağı edip yeni bir düşünce sistematiğinin başlangıcını Avrupa’da attığında benzer bir değişim yaşanmıştı. Tuhaf bir şekilde Geç Latincede “revolutio” kelime kökünden türetilen “revolutionibus” kavramı dönen gökcisimlerinin devinimlerini tarifleyerek “devrim” kelimesinin kökenini de oluşturarak ilk kez mekânsal bir olgu için kullanıldı. Kelime kökeninin dışında “Kopernikçi Devrim”i ortaya çıkarması ile bu kavramın mekânsal bir olgu ile ilişkisi de ilginçtir. Bir taraftan da ilginç değildir; çünkü büyük fikirsel dönüşümlerin kaynağı olan bilginin mekânsallaşması, matbaanın ortaya çıkışı ile derinden ilişkilidir. Büyük düşünsel dönüşümler bilginin yayılımı aracılığıyla ortaya çıkar ve geçmişin matbaası şimdinin dijital ekranları aracılığıyla bu yayılımı daha da derinleştirmektedir. Kepler’in; Kopernik’in bu çalışmasından sonra olgunlaştırdığı, herhangi bir andaki mekânsal özelliklerin diğer herhangi bir andan farklı olmayacağına ilişkin tarifi ise mekânsal düşünmeye nesnelliği kattı. Bu akıl mekânsal devrimin tamamlayıcısıydı. İnsanlığa bir yol gösteriyordu: Mekânsal olarak tariflenen genelleştirmeler ile özel anların geleceğini kestirebilirsin! Bunun tamamıyla mümkün olmadığı daha sonradan “çok cisim problemi” gibi problemler ile tartışılsa da gündelik mühendislik uygulamalarındaki aklı yaratan bu yol göstericilik oldu. Fakat bu yol göstericilik için en önemli ihtiyaç, mekânsal veridir. Yaşadığımız büyük krizler bize gösterdi ki mekânsallaşmış bilgiyi anlamanın önemi bugün, biz harita mühendisleri için çok açık; fakat diğer toplumsal kesimlerin bunun önemini anlamadığını görebiliyoruz. Bu durum da süreç yönetiminde irade kurgulanmasına ilişkin mekânsal düşünce eksikliği nedeniyle sonuçların daha da olumsuz olmasına neden oluyor. Gelişmiş toplumlarda süreç yönetiminde öncelikli olarak kullanılan mekânsal veri ne yazık ki bizim toplumumuzda yeterince dikkate alınmıyor. Son zamanlarda binaların deprem dayanıklılığı, afetlere hazır olmayan altyapılar, seçim güvenliği çok tartışılıyor; ama “mekânsal düşünme” de bir o kadar güncel ve can yakıcı bir talep olmalı. Bu başlık altında bütünleşik bir mekânsal veri altyapısının kurulması, doğru ve güncel mekânsal verinin üretilmesi, mekânsal veri tiplerinin kullanışlı bir bütünlüğe erişmesini sağlayan standartların kullanılması ve iyileştirilmesi, veri elde edilmesine ilişkin teknolojinin yaygınlaştırılması, sorun çözümü ve yönetim süreçlerinde mekânsal verinin kullanılması gibi birçok somut talep dile getirilebilir. Mekânsal veri, kimileri tarafından “uygulamaya dönük sanatlara ilişkin altlık” olarak görülüyor olabilir; fakat üretilmesi, kullanılması ve anlaşılması bakımından başlı başına bir sanattır. Mekânsal veriye ilişkin bu eylemler herkes tarafından basitçe kullanılabilir gözükse de o kadar kolay bir iş değildir ve aslen harita mühendisleri olarak biz, bu ‘sanatı’ icra ediyoruz. Bugün birçok süreç yönetiminde harita mühendisliği alanının dışarıda bırakılması, bu nedenle büyük bir eksikliktir. Bu konuya ilişkin fikirler yeni değil ve daha önce de söylendi. Bertrand Russel’ın Fransa’nın yetiştirdiği en büyük insan olarak tanımladığı Henri Poincare “Jeodezisiz iyi bir harita olmaz. İyi bir harita olmadan da kamu hizmeti olmaz.” der. Bugün için bu talep o kadar önemli ki 6 Şubat’taki depremler sonrasında bunun önemini açıkça gördük, hâlâ görüyoruz. Depremzedeler için yapılan çadır kentler için yer seçimlerinde mekânsal veri kullanılsa, taşkın alanlarına çadırlar kurulmazdı. Hava akımından en az etkilenebilecek alanlardan tutun, çadır kent içinde kurulacak donatıların nüfus özelliklerine göre yerleştirilmesine kadar birçok soruna cevap bulunabilirdi. 6 Şubat depremleri mekânsal verinin kullanımı açısından bir sınavdı; fakat başarılı olunamadığını gösteriyor. Bu sınav, o bölgede hâlâ devam ediyor. Şu anda ise bir seçime gidiyoruz ve seçim güvenliği konularında mekânsal verinin kullanımına ilişkin pratikler muhalefet açısından başka bir büyük sınav olacak. Örneğin; Ushahidi Platformu, 2011 yılında Nijerya’da yapılan seçimlerde kullanıldı. Seçimlerde birçok gözlemci kurum bulunmasının yanı sıra 120 bin sandıkta oy verileceği tahmin ediliyordu. Seçim geniş bir coğrafyada gerçekleşti ve yapılan meclis seçimlerinde raporlanan olumsuzluklar sayesinde bir hafta sonrasında yapılan başkanlık seçimlerine katılım yüzde 8 arttı ve seçimin mekânsal organizasyonu bu altyapı ile daha da iyileşti. Seçim güvenliği gibi kısa vadeli mekânsal uygulamalar hep yeni bir sınav olarak karşımıza çıksa da büyük bir düşünsel dönüşümün içinde küçük örnekler olmalı. En büyük mücadele alanlarından birisi yeni toplumsal inşa açısından mekânsal veriye verilecek önemde saklı olacak; çünkü adil, barışçıl, insandan yana bir toplum düzeni mekânsal olarak kurgulanmadan mümkün olamaz, anlık çözümler sadece âna ilişkin olarak kalırlar.
Henüz yorum yapılmamış.