Siyah beyazlardan sesli yapımlara, salon filmlerinden şimdilerde özlemle anılan aile filmlerine,
kahramanlarla dolu tarihi filmlerden
toplumsal konulara değinenlere, gişe
rekorları kıranlardan festival gösterimleri ile sınırlı kalanlara uzanan uzun ve
hala devam eden bir yolculuğu vardır
yerli sinemanın. Peki, kadınlar neresindedir bu yolculuğun? Kendilerine biçilen kalıplaşmış roller içinde mi kalır kadın hikâyeleri, yoksa sesini duyurmayı
başarıp “Biz de varız!” diyebilir mi? Uzun zaman kadın rolleri salt iyi ya da
salt kötü olarak boy gösterir. İyiler fazlasıyla iyi ve saf, kötüler de bir o kadar
zalim ve haksızdır. Niye iyi oldukları ya
da niye kötüleştikleri irdelenmez; iyiyse haklıdır ve mutlu sonu hak etmelidir,
kötüyse cezasını çekmeli ve mutsuzluğa mahkûm olmalıdır. Mücadele dahi
etmeksizin yalnızca saf ve masum olduğu için esas oğlanı bir kurtarıcı misali
bekleyen esas kızların, esas oğlanı elde
etmek için dişiliğini, zekâsını kullanmaktan çekinmeyen vamp kadınların
yanı sıra kadınlara biçilen bir diğer rol
de cefakâr, güçlü anne imajıdır. Sinemada belli sınırlar içerisinde kalan bu
kadın kimliğini yıkan roller ise seksenli
yıllarda gelir; daha güçlü, ne istediğini
bilen, her insan gibi iyi ve kötü yanlara
sahip karakterler baş göstermeye başlar
ki bu durumun arkasındaki isim, Müjde
Ar’dır. Çocukluğundan beri tiyatroyla, oyunculukla ilgilen Müjde Ar’ın asıl çıkışı
Bihter rolü ile olur ki Aşk-ı Memnu dizisinin bu karakteri ne istediğini bilen
bir kadındır ve belki de Müjde Ar’ın
kariyerindeki rollerin gidişatı hakkında
da bir tüyo vermektedir. Sinemaya geçişi ile birlikte izdivacına talip olunan bey
kızını da oynar, aile kızı rolüne de girer, başlık parası karşılığında ‘mal gibi’ satıldığı da olur. Ancak seksenli yıllarda
daha önce cesaret edilmeyen rollerde,
ses getiren yapımlarda yer almaya başlar. Kadının adı olduğunu, istekleri olduğunu, sorunlarıyla bir erkeğe muhtaç
olmadan baş edebileceğini, bastırılmış
cinselliğin kadın açısından da sinemada yer alması gerektiğini gösterir; hayatın içinden gerçekçi rollerde yer alır.
Yeri gelir kadın-erkek eşitliği için köyde
direniş başlatan öncü kadın olur, yeri
gelir hayat kadınını oynar, yeri gelir tecavüze uğrar, terk edilir; ama yıkılmaz,
adeta küllerinden yeniden doğar. İffet,
Şalvar Davası, Dağınık Yatak, Fahriye
Abla, Adı Vasfiye, Aaah Belinda, Teyzem, Asiye Nasıl Kurtulur gibi filmlerle
sinemada hem kendi adını hem de kadının adını iyice sağlamlaştıran Müjde Ar, hem ayakları yere daha sağlam basan, alt metinleri olan kadın karakterlerin yazılmasına vesile olur hem de diğer
kadın oyunculara bu tarz rollerde oynamaları açısından öncülük eder. Müjde Ar’ın bu denli özgün olmasının
bir sebebi de Aysel Gürel gibi bir anneye sahip olmasıdır belki de. İnsanlara,
hayata tepkisini “Deli Aysel” damgası
yiyerek gösterir Gürel; çünkü bilir ki
deli olundukça hem söylemek ve anlatmak daha kolaydır hem de ses getirmek. Öğretmenlik, tiyatro oyunculuğu
ve söz yazarlığı yapan Aysel Gürel, iki
kızını tek başına büyüten bir annedir;
kendisini aldatan eşinden boşanır, hem
maddi hem manevi açıdan zorlansa da
pes etmez asla. Hafızlarda renkli perukları, rengârenk kıyafetleri ile yer alır ve aslında böyle giyinmesinin altında
yatanda yine kadının sesini duyurma
gayesidir. Herkes gibi olup arada kaynayıp gitmektense farklı olup topluma
lafını dinletmeyi tercih eder. Yazdığı
pek çok şarkı sözü arasında popüler
kültüre ayak uyduranlar da vardır,
aşk şarkıları da ve Son Bakış ve Ünzile gibi gerçek hayata dokunanları da.
Yani hayatı ve kadını çok iyi anlamıştır
Aysel Gürel; “Ben birey değilim. Ben
kalabalık bir nesneyim. Ben tek başıma
radyoyum, televizyonum, konserim,
orkestrayım, her şeyim. Türkiye’nin ilk
anarşist kızıyım ben. İlk çiçek kızıyım.
İlk hippisiyim. Ben Amazon kadınıyım.
Türkiye’de kadının bilinçaltıyım.” diyerek kendi anlatır. Anne böyle güçlü,
özgür ve nevi şahsına münhasır olunca onun yetiştirdiği evlada da geçer bu özellikler; çünkü toplumu şekillendiren
kadınlardır. İçindeki gücün farkına varabilse dünyayı daha da güzelleştireceğinin bilincine ulaşabilir kadınlar; ama
Türkiye şartlarında bu pek mümkün olmaz çoğu zaman. “Sen kız çocuğusun,
sus!” dendikçe, “Kocandır döver de sever de, alışırsın.” diye nasihat edildikçe,
“Gelinlikle çıktığın eve kefenle dönersin ancak.” diye sahiplenildikçe kadınlar kapanır içlerine ve onlar içine kapandıkça sonraki nesillere de geçer bu
bilinçsizlik. Bu nedenle şanslıdır Müjde
Ar; çünkü Aysel Gürel gibi bir anneye
sahip olmak ve kendi bilincine ulaşmak
farklı kılar O’nu sinemada. Ondandır
oynadığı rollerin toplumdaki yerleşik
algılara aykırı olması ve baskılara boyun eğmek yerine var olmayı denemesi. Müjde Ar, pek çok yönetmenle çalışır;
ama Atıf Yılmaz yönetmenliğinde çekilen filmlerin bir başka anlamı vardır;
çünkü ‘kadın filmleri yönetmeni’ diye
anılır Yılmaz. Yılmaz’ın seksenli yıllarda çektiği pek çok filmin başrolünde de
Müjde Ar vardır; Dağınık Yatak, Adı
Vasfiye, Dul Bir Kadın, Aaah Belinda,
Asiye Nasıl Kurtulur, Eğreti Gelin gibi
filmlerde beraber çalışmışlardır. Atıf
Yılmaz’ın kadın filmlerine yönelmesinin altında kendi annesinin ve babaannesinin yaşadıkları, onların anlattıkları
ile beraber kadınların hem ikinci sınıf
vatandaş sayılıp hem de daha kişilikli
olması nedeniyle dramı daha iyi yansıtmaları yatar. Erkek egemen sinemada
kadın karakterler kalıpları yıkarak hem
sinemaya hem de sinemadaki kadın algısına yeni bir soluk getirir. Adı Vasfiye ve Aaah Belinda filmlerindeki rolleriyle 1986 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, Yolcu filmindeki rolüyle de 1993 Antalya Altın Portakal
Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanır Müjde Ar. 1997
yılında düzenlenen 34. Antalya Altın
Portakal Film Festivali’nde Yaşam Boyu
Onur Ödülü alır. 2007 yılında ise Uçan
Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri
Festivali’nin Onur Ödülü Müjde Ar’a
verilir. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 1998 yılından
itibaren gerçekleştirilen Türkiye’nin
ilk kadın filmleri festivalidir. Sinemadan yararlanarak toplumsal cinsiyete
ve kadın sorunlarına ilişkin tartışmaları yaygınlaştırma amacı olan festival;
Türkiye’deki kadın sinemacılarla dünya sinemacılarını bir araya getirmek,
Türkiye’deki kadın sinemacıların daha
çok desteklenmesi ve tanıtılması gibi
amaçlar da taşımaktadır. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali hem Müjde Ar gibi sinemaya emek verenleri onurlandırarak hem de son
dönemlerde kadın ve sinema adına çalışanları destekleyerek hem sinemaya
hem de kadın mücadelelerine değer
katmaktadır. Sinema dışında da muhalif duruşunu ve
kadın duyarlılığını ortaya koyan Müjde
Ar; kadınlar için ses duyurmaya başka
yollardan da devam eder. Ankara Barosu’nun itilen, dövülen, sövülen, ezilen, ırzına geçilen, psikolojik, sosyolojik şiddete uğrayan kadın mağdurların
destekçisi olduğu Gelincik Projesi’nin
tanıtım çalışmalarında yer alan Müjde
Ar, bulunduğu her ortamda daha gür
çıkması gereken kadın sesinin mücadelesini vermekten geri durmaz. Ancak ne
yazık ki Müjde Ar denildiğinde akla gelen bu çalışmaları değil de filmlerindeki
tecavüz ya da sevişme sahneleri olur,
kadının adını daha da var etme adına yapılan onca şey yine kadını değersizleştiren bir biçimde karşımıza çıkar. Bu
durum, toplumsal algının ne kadar sığ
olduğunun ve kadının toplumdaki yeri
için mücadelenin hala çaba gerektirdiğinin göstergesidir. Kadına şiddetin her
geçen gün arttığı; sırf kadın olduğu için
öldürülmelerin hak görüldüğü; tacizin,
tecavüzün, baskının, yok sayılmanın kol
gezdiği bir ortamda kadın olarak “Biz de
varız!” diyebilmek zordur elbette; ama
diyen birileri çıkar mutlaka. Var olmanın
ilk yolu kadın olarak kendi benliğini tanımak ve kadın olma bilincine ulaşmaktan geçer ki kadınlar o bilince ulaştıkça,
kadın kendisine saygı duydukça başkaları da o saygıya dâhil olacaktır. Kadın
sesi hep susturulmak istense de kadınların var olma sesi gür ve güçlüdür. O ses
bazen sinemanın içinden gelir, bazen de
hayatın tam ortasından; bazen adı Vasfiye’dir, bazen Fahriye, bazen de Müjde…
Henüz yorum yapılmamış.