“İlk yöntemleri, anlaşma yaptığımız salonları elimizden almak
oldu. Şimdi bunu daha büyük bir hızla devam ettiriyorlar;
ama biz önceki dönemden şerbetli olduğumuz için onların o
politikalarına karşı neler yapılabilir, onun bilgisine sahibiz. O
konuda bizimle aşık atmaları biraz zor, biz o konserlerin hepsini
yapıyoruz yani.” 1964 yılında İstanbul’da doğan İlkay
Akkaya, lisans eğitimini Marmara
Üniversitesi Basın-Yayın Yükseko
-
kulunda tamamladı. Profesyonel müzik
hayatına Grup Yorum’la başlayan Ak
-
kaya, aynı zamanda İstanbul Üniver
-
sitesinde konservatuar eğitimi almaya
başladı. 1989 yılında Grup Yorum’dan
ayrıldı. Tuncay Akdoğan’la birlikte,
1990 yılında Grup Kızılırmak’ı kurdu.
Grup Kızılırmak’la birlikte 13 albüm
çıkaran İlkay Akkaya, 1998 yılından
itibaren solo albümler çıkardı ve hem
grupla hem bireysel olarak başarılı bir
müzisyen olarak adını duyurdu. Müzikle tanışmanız nasıl oldu? Akkaya: Ben kendimi bildim bileli şarkı
söylüyordum zaten. Sonra da yönlen
-
dirdiler işte, “Bunu yapmalısın” diye. İlk Grup Yorum’la başladım. Sonra Kızılırmak. Aslında ben gazeteci olmak istiyordum; ama hayat böyle aktı, ben de
önünde durmak istemedim yani. Sonra
bunun da bir çeşit yayın olduğunu fark
ettim. Düşüncelerimi hiç kimseden icazet almadan; bir genel yayın yönetmeni olmadan; derginin çizgisi, gazetenin
çizgisi, televizyonun çizgisi derdi olmadan paylaşabileceğim çok özgür bir
alan. Bunu fark ettiğimde daha da kıymetlendi benim için ve şimdi o şekilde
devam ediyorum. Son dönemde, sanatçı yetişmesinde
neden bu kadar azlık çekiyoruz? Bu
sürece nasıl bakıyorsunuz? Akkaya: Her dönem kendi sanatçısını yetiştiriyor, ben buna inanıyorum.
Ama şimdi çok hızlı bir değişim içinde
dünya, iletişim olanakları da hızlı bir
şekilde değişiyor. Ya günlük şöhretlerle
karşılaşıyoruz ya da küçük üretimlerle bir süre ayakta duran, sadece onun
ekmeğini yiyen insanlar çıkıyor karşımıza. İçinde bulunduğumuz dönem de
kendi sanatçısını yaratacaktır, ben buna
inanıyorum. Siz kimleri dinliyorsunuz? Akkaya: Ben rastgele dinliyorum. Öyle
özellikle şunu dinliyorum diye bir şey
yok. Eşim çok iyi bir müzik dinleyicisi;
Led Zepellin’den Mercedes Sosa’ya kadar… Sonra bir bakıyoruz Hacı Taşan
çıkıyor peşinden. Çok değişik bir skalada müzik dinliyoruz yani. Hem de peş
peşe dinleyebiliyoruz bunları. Sosyal hayatınızda müzikten başka
neler yapmayı seviyorsunuz? Akkaya: Benim hayvanlarla ilişkim çok
yakın; kediler, köpekler. 6 köpek oldu
şimdi. Onun dışında çok fazla dayanışma konserleri, dayanışma toplantıları
oluyor; onlara gidiyorum.
Zaten iki konser arasında dinlenebilmek için de bir zamana ihtiyaç var.
Domates-biber ekiyorum, biçiyorum,
çiçeklerim var; onlarla uğraşıyorum. Hâlâ üretiyor musunuz? Akkaya: Benim hayatımda hep şöyle
oldu: İçimden albüm yapmak gelince
hemen çalışmaya başladım yani “Bir albüm yapayım, zamanı geldi.” diye düşünmedim hiç. Yakın zamanda albüm yapmayı düşünüyor musunuz? Akkaya: Albüm değil de maxi single gibi bir şey. Böyle 6 şarkılık bir şey;
çünkü tekeller oluştu. Yani ürettiğin
şeyi yayabilmen, market raflarına girebilmen; birkaç şey dışında mümkün
değil. TT Net bir tekel. MÜYAP’ın elinde birçok şey; ekonomisini onlar belirliyorlar, büyük bir sömürü alanı. Ben
15 sene önce tövbe ettim Unkapanı’nda
bir daha çalışmamaya. Bağımsız Müzik
Ağı diye bir şey var, onun içindeyim;
Ütopya Müzik’le birlikte çalışıyorum.
Unkapanı mantığı dışında. Benim gitarcım aynı zamanda. Oradan yayınlanıyor albümler. Müziğe hevesi olan gençlere tavsiyeniz nelerdir? Akkaya: Aslına bakarsanız kolay bir
şey değil. Hevesleri varsa denesinler;
ama iş olarak düşünülüp yapılacak bir
şey değil müzik. Eğer öyle yaşayabileceklerse ve hayattan beklentileri çok
üst düzeyde değilse, o yola girsinler ve
yürüsünler. Aksi takdirde, çok büyük
hayal kırıklığı yaşayabilirler; çünkü zor
bir alan. İnsan yolda yürürken birçok şey öğreniyor. Yolda yürürken dediğim, mecazi
anlamda yolda yürümek. Mesela şöhret
kavramı, para kavramı; bunlar aslında
insana hayatı kısa yoldan öğretebilecek,
dersler verebilecek kavramlar. Onu öğrenebilecek şekilde yavaş gideceklerse
girsinler, hızla koşmasınlar. Türkiye’deki sanatın son zamanlardaki
durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Akkaya: Aslında OHAL’dan önce de
sanat üzerinde baskılar hissetmeye
başlamıştık. İlk yöntemleri, anlaşma
yaptığımız salonları elimizden almak
oldu. Şimdi bunu daha büyük bir hızla devam ettiriyorlar; ama biz önceki
dönemden şerbetli olduğumuz için onların o politikalarına karşı neler yapılabilir, onun bilgisine sahibiz. O konuda
bizimle aşık atmaları biraz zor, biz o
konserlerin hepsini yapıyoruz yani. Benim yeni öğrendiğim bir şey; ama belki çok önceden bilenler vardır içinizde:
Gerçek ormanlar var ya; şimdiki belediyelerin birkaç tane ağaç dikip, peyzaj
çalışması yapıp, “İşte size orman.” diye
önümüze koyduklarından değil ama. O
gerçek ormanlar toprağın altındaymış.
Bütün ormanın altını kaplayan bir ağ
varmış ve türü tehlikeye düşen bir tek
ağaç bile olduğunda diğer tüm ağaçlar,
tüm orman; bütün gücüyle, onu beslemek üzere o kanallardan besinler gönderip onu ayakta tutmaya çalışırmış.
Birbirine yakın düşünen insanlar da
-topluluklar diyelim- dayanışmayı hayata geçirebildikleri zaman ve içinden
geçtikleri yolda birlikte yürüyebilmeyi
öğrendikleri zaman güçlü olabilirler ve
kendi inançlarını oluşturabilirler. Sanat ve sanatçı hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Akkaya: Sanatı bütün canlılar için, sadece insanlar için değil; bütün canlılar
için hayata geliş amacını tamamlamaya yönelik bir olgu olarak görüyorum
ben. Özellikle de bu değeri yaratan
insan için, sanatçı için yani. İnsan kendine sorular sorar: Bu hayatta geçtiği
yol üzerindeki amacı nedir ve nereye
varmak istiyordur? Bu sorularla geçer
aslında bütün insanların hayatı ya da umuyorum öyle geçiyordur, benimki
öyle geçiyor diye bana öyle gelmiyordur umarım. Sanat da bu araçlardan biri bence; ama
güzel olabilmesi için sadece araç olarak
düşünülmemesi gereken bir olgu. Yürüdüğümüz yol üzerinde gördüğümüz
her şeyi kendi süzgecimizden geçirip
karşımıza yansıttığımız bir şey sanat.
Bu anlamıyla da kişinin duygusu çok
önemli ve sadece düşünce yok içinde,
aynı zamanda duygu da var. Çünkü
sadece düşünce değil, duygu barındırdığı ve insanların birlikte bir şeyler
üretmesine katkıda bulunduğu için bir
değer aynı zamanda. Değer dediğim
zaman da Shakespeare’in bir sonesi
geliyor aklıma. “Değmez bu yangında
avuç açmaya, değmez.” diyor ya. Ama
neye değer? Acıları birlikte göğüslemeye, mutluluğu gerçekten paylaşmaya,
dayanışmaya, birbirimizin yarasını sarmaya değer. Bunlara değer. Bu yüzden
işte; birlikte olmak, sanatı üreten ile onu
bölüşen insanların yan yana gelebilmesi, bütün güçlükleri aşabilmek anlamında bir değer. Ben bu yoldan, bu şekilde
yürümeye çalışıyorum. Niçin daha fazla genç sanatçı çıkmıyor? Akkaya: Bizim gibi, toplumla birlikte davranan muhalif insanlar seslerini
duyurabilecek medya kanallarını bulamıyorlar ve müziğin üretilmesi anlamında da, tüketilmesine aracılık eden
kurumlar anlamında da bir tekelleşme
var ülkemizde. Eğer muhalif olursanız o tekellere tosluyorsunuz ve zaten
adınızı duyurma şansınız olmuyor hiç.
Bu nedenlerle gençler seslerini duyuramıyorlar ve ortaya çıkamıyorlar, başka
bir şekilde ses duyurmaya çalışıyorlar.
Çünkü Gezi’de, birlikte davranabileceğimiz insanlar olduğundan haberim zin olmadığı birçok sanatçı genç çıktı,
değil mi? Onların isimlerini duyduk.
O nedenle, müzik alanında da vardır,
tiyatroda da, edebiyatta da. Ama edebiyat zaten daha bağımsız, yazdıkları için
onlardan haberimiz var, toplum olarak.
Ama galiba en çok müzik alanında ve
tiyatroda bu sıkıntı yaşanıyor. Ben olduklarını düşünüyorum; ama biraz
bekliyorlar herhalde. Harita mühendislerini tanıyor musunuz, hayatınızda bir şekilde haritacılıkla veya harita mühendisliğiyle bir
kesişmeniz oldu mu? Akkaya: Oldu. Buradaki yani Seferihisar’daki evi yaparken; onun sınırlarının belirlenmesi, arsanın sınırlarının
belirlenmesi gibi konularda bir haritacı
arkadaştan yardım aldık. Çok ince bir
işleri olduğunu o zaman fark ettik. Zor
bir iş yani, benim yapamayacağım bir iş.
Henüz yorum yapılmamış.