Hepimizin hafızasında bir şekilde yer eden, belki bir radyoda programında
duyulan, otobüs molalarında uykuluyken kulağımıza çalınan,ana haber bültenlerinin vazgeçilmez hüzünlü haber melodisi,
İspanya dağlarının başkaldırı esintisi
Rodrigo’nun ünlü bestesi
“Concierto de Aranjuez “ Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla tek sesli saz melodilerinden çok sesli saz melodilerine yani Batı Müziğine geçişinin halk arasında kabul görmesi çok kolay olmaz; ancak aralarından bir eser bu tabuyu inanılmaz bir şekilde yıkar ve müziğin
evrenselliğini bizlere yeniden ispatlar: Bilinen adı ile Rodrigo’nun
Gitar Konçertosu. 1902 yılında Valencia’da doğan Joaquin Rodrigo Vibre, üç yaşında
difteriden gözlerini kaybeder. Bilinçli bir ailenin çocuğu olan Rodrigo, ailesi tarafından müziğe yönlendirilerek, sekiz yaşında solfej,
piyano ve keman dersleri almaya başlar. Klasik İspanyol gitarında
çok yetenekli olduğu düşünülmemesine rağmen, müzikte inanılmaz başarılı olur ve burs kazanarak Paris’e gider. Paris’te Victoria
Kamhi adlı bir Türk kadını ile tanışır ve 1933’de İspanya’da evlenirler. Victoria, beş yüz yıllık İstanbullu olsa dahi dedelerinin geldiği
İspanya’da Rodrigo ile yaşamayı kabul eder. 1936 yılında İkinci Paylaşım Savaşı’nın bir göstergesi olan İspanya İç Savaşı patlak verir. Bir tarafta demokratik yöntemlerle gelen
Cumhuriyetçiler diğer tarafta ise Franco’nun başlattığı isyan ile
Milliyetçiler arasında geçer savaş. Faşist İtalyan ve Alman birlikleri 200.000 askeri birlikleri ile İspanya’ya
girer; karşılarında ise her ulustan Enternasyonal Marşı’nı söyleyen kadın ve
erkek gönüllüler vardır. Kimler yoktur
ki aralarında; uzun saçlı aydınlar, inatçı komünistler, Nietzsche bıyıkları ile
yaşlı, Sovyet filmlerindeki jönleri andıran yüzleri ile genç Polonyalılar, kafası
tıraşlı Almanlar, Cezayirliler, bunların
arasına yanlışlıkla karışmış İspanyollar
denebilecek İtalyanlar, hiç kimselere
benzemeyen İngilizler, Maurice Thorez’e benzeyen Fransızlar, Kanadalı
Doktor Norman Bethune, Alman Şansölyesi Willy Brandt, Amerikalı yazar
Ernest Hemingway, İngiliz edebiyatçı
George Orwell… Bütün bu gönüllülere rağmen gerek
Sovyetler’in yeteri desteği vermemesi
gerek Cumhuriyetçiler arasındaki fikir
ayrılıkları gerek de tüm dünyanın bu
zulüm karşısında sus pus olması, 1939 yılında Franco’ya zaferi getirir. Savaş
esnasında Naziler yeni ürettikleri savaş uçaklarını İspanya üzerinde dener
ve bu deneylerden en ünlüsü Pablo Picasso’dan da bildiğimiz üzere; Guernica’dır. Picasso, Guernica tablosu ile yaşanan
katliamı bizlere anlatmıştır ancak bir
eser daha vardır ki o da müziğin essiz
tınısı ile bizleri mest eder; Rodrigo’dan
Concierto de Aranjuez. Rodrigo, üzüntüsünü çok da başarılı olmadığı düşünülen gitarı ile ifade eder ve bu muhteşem besteyi 1939 yılında tamamlar. Eşi
Victoria piyanoyu ve kendi kariyerini
bırakır, kör kocasının sekreterliğini üstlenir. Eşi konçertoyu notaya çeker, 1940
yılında ilk defa Barselona’da dinletilen
eser çok beğenilir. İspanya folklorik melodilerini taşıyan
bu güzel eser üç kısımdan oluşur, bizim hafızalarımızda yer eden genellikle ikinci kısımdır. Daha fazla bilinen
ikinci kısmın orijinalinde giriş kısmında yoğun bir davul sesi duyulur. Bu
duyulan davul sesi faşizmi simgeler;
çalan davullar Franco’nun, Musollini’nin ve Hitler’in askerleridir. Gitar
sesi ise Cumhuriyetçileri simgeler, davul sesleri gitarı bastırır, faşizm yaklaşmıştır. Yaklaşık on bir buçuk dakikalık
konçertonun 6. dakikasında bir sessizlik olur ve faşizm kazanır. Bu sessizliğin devamında hüzünlü bir gitar sesi
duyulur, ardından bir diğer gitar sesi
gelir ve hepimizin tüylerinin ürperten
ve yaklaşık iki buçuk dakika olan o gitar solosu başlar. Basılan her bir nota
Guernica için, İspanya içindir; her tel,
her tını Durutti için, Orwell için, Hemingway için, ölen Cumhuriyetçi askerler içindir… Başta da söylediğimiz gibi batı müziğine alışmak toplumumuz için o kadar
kolay olmaz; ancak müziğin essiz tınısı çok da alışamadığımız batı tarzına 1972
yılı kışında bizi bir kere daha ısındırır.
Rodrigo, eşi ile Türkiye’ye gelip Ankara’da ve İstanbul’da konser verir ve inanılmaz bir beğeni ile karşılanır. Rodrigo’nun Gitar Konçertosu’nun
Türkiye hafızasında ayrı bir yeri daha
vardır. Her dinlenildiğinde, bir yerlerden kulağımıza çalındığında buruk bir
mayıs sabahını anımsatır. Ankara’nın
en karanlık bahar sabahı, Ulucanlar
Cezaevi, 6 Mayıs 1972… Türkiye’nin
tam bağımsızlığından başka bir şey istemeyen gencecik fidanlarının idamı…
Deniz Gezmiş’e son istediği sorulduğunda “O sahneyi çok iyi somutladım;
bir mitinge gider gibi gideceğim idama,
asılma günü gelip çatınca o sevdiğim
giysilerimi giyeceğim, postallarımı,
parkamı… Beyaz ölüm gömleği giydirmek isteyecekler, giymeyeceğim, tıraş
falan da olmayacağım. Önce gidip orada oturacak, bir sigara yakacağım, sonra demli, güzel bir çay içeceğim. Haa
bak, Rodrigo’nun o ünlü Gitar Konçertosunu da dinlemek isterim orada. Sanırım asılacak bir insanın son isteğini geri
çevirmezler… Sonra urganı kendim
geçireceğim boynuma ve dönüp orada
asılmamı seyredenlere, ‘Burada ölen
yalnızca bedenimdir.’ diyeceğim. Ama
düşüncemi öldüremeyeceksiniz, düşüncem yaşayacak .“ der. Oysa ne çayını içebilir ne de Rodrigo’yu dinleyebilir.
Son arzusunu bile yerine getirmezler,
Türkiye’nin bağımsızlıktan başka bir
şey istemeyen 24 yaşındaki çocuğunun. Gözlerinizi kapatıp dinlemeye başlayınca konçerto sizi İspanya’nın dağlarından, Ankara’nın ya da İstanbul’un
beyaz eldivenli, fraklı konser salonlarına, Ulucanlar Cezaevi’ne ya da yüklediğiniz her anlama götürebilir. Müziğin
başkaldırısı ve evrenselliği, konçerto ile
her gün biraz daha içimize işlemektedir. On bir buçuk dakikanızı ayıp dinlemeniz dileğiyle.
Henüz yorum yapılmamış.