Kültür & Sanat

Figüranlıktan Oyunculuğa Bir Demet Yaşam

Figüranlıktan Oyunculuğa Bir Demet Yaşam
Paylaş

“Babam mühendis ol derdi, ben konservatuvar okudum!..”

“Tiyatronun, sanatın özü karşı duruş ve eleştiridir… Eline bir ayna tutuşturup insanı insana göstermedir. İktidarda kim olursa olsun sanat herkese eşit mesafede uzak ve eşit mesafede yakındır; eşit mesafede eleştirir, hicveder…”

Mühendisin en kıymetlisi sanat ve edebiyata yakın olanıdır ilkesi doğrultusunda bültenimizde her sayı bir sanatçıyla yaptığımız özgün söyleşilere yer vereceğiz. Bu sayıda sinema ve tiyatromuzun önemli oyuncularından olan, yaşamı da kendisi kadar renkli Erkan Can’la söyleştik..

Erkan Can kimdir, kendinizden bahsetmenizi istesek ve bu meslekle yolunuzun nasıl kesiştiğini sizden dinlesek?

Erkan CAN: 1958 Bursa doğumluyum. Babam Arifiye Köy Enstitüsü mezunu, o nedenle ilkokula Bursa’nın köy okullarında başladım. Sonra ilkokul dördüncü ve beşinci sınıfları Bursa’da okudum. 

Ortaokul hep çift dikiş gitti. Lise birde sanat okuluna gittim; ama lise ikide de okulu bıraktım. Tabi o dönemler karışık dönemlerdi. Tiyatro olayına kahvedeki ağabeylerimiz yönlendirdi beni. Bütün işlerin çıraklıklarını yaptım; okuldan kaçar kaportacının yanında çıraklık yapardım, ayakkabıcı da takılırdım, konfeksiyonculuk da yaptım uzun zamanlar. O zamanlar mahallenin maskotuydum ben; kahvede küllükleri değiştirir, çayları toplardım. Mahalledeki ağabeylerimiz çok severdi beni, tiyatronun ne olduğunu bilmeden taklitler yapardım, en çok da Nejat Uygur’u. Nejat Uygur’u çok severim, hep onun taklitlerini yapardım. Mahalledeki ağabeylerim “Git.” dediler “İki fotoğraf çektir, ver tiyatroya dilekçeni.” 1974’de tiyatroya başladım, Ahmet Höyük Paşa Devlet Tiyatrosunda. Bursa Devlet Tiyatrosunun açtığı kurslar vardı; o kursta 5 sene okudum. Hem de Devlet Tiyatrosunda figüran olarak başladım. Bir yandan da akşam sanat okuluna gidiyordum; ama aynı zamanda tiyatro da vardı, ikisi çakışıyordu. Baba öğretmen olunca tabi okumamı istiyordu; mühendis ol diyordu o yüzden akşam sanat okuluna gönderdi, eli bir iş tutsun dedi; ama tiyatroya gitmeme de bir şey demiyordu. Gizli gizli benim oyunlara gelip beni takip ediyormuş babam. Baktım okul olmadı, babamla biraz papaz olduk ama…

Askerden geldikten sonra asıl amacım konservatuar okumaktı; Bursa’dayken Ali Sürmeli Mimar Sinan’ı kazandı gitti onun rolünü ben oynadım devlet tiyatrosunda. Yine Zafer Algöz Ankara’yı kazandı gitti. Benim de yapmam lazım dedim; ama lise mezunu değilim, ortaokul mezunuyum. İstanbul Belediye Konservatuarı var, orası ortaokul mezunu alıyormuş dediler, oraya gittim. Sınava girdim, oynadım; ama yaş 27. Ulan yine takıldık diye düşündüm. Sonra Yıldız Hoca (Yıldız Kenter) dedi ki seni “3. sınıftan başlatalım.” “Yok hocam 1. sınıftan başlayım.” dedim. Öylelikle mezun oldum, Bakırköy Belediye Tiyatrosu kuruluyordu o zamanlar. Oraya girdim, 7 sene orada çalıştım. Gerisini siz de biliyorsunuz. 

Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası olarak haritacılıkla ya da harita mühendisleri ile yolunuz hiç kesişti mi?

Erkan CAN: Haritacı çok arkadaşım var. İyi de harita okurum aslında; kuzey, güney, doğu, batı, dağlar, haritayı okurum işte. Haritanın nasıl çizildiğini de babam öğretmişti bana; dediğim gibi köy enstitüsü mezunu olduğu için nasıl harita çizilir ve okunur bilirdi. Küçükken zirve tırmanışı yapacaktık Bursa’da, Yedigöller’e geçip oradan İnegöl’e geçecektik. Babam bana yıllar önce oranın haritasını çizdi; İnegöl nerede, Domaniç nerededir diye. Babamın çizdiği o harita ile çıktık her yere. 

Köy enstitülerinden söz açılmışken, sizin yapımcılığını yaptığınız ve başrolünde oynadığınız 2012 yapımı Toprağın Çocukları adlı filminizde de köy enstitüleri anlatılıyordu. Köy enstitüleri için ne söylemek istersiniz?

Erkan CAN: Köy enstitüleri bu ülkede yapılan en büyük ve en güzel devrimdir. Atatürk’ün yaptığı birçok devrimden; şapka, kıyafet ve her türlü devrimden belki de en önemlisi köy enstitüsüydü. Son nokta oydu, o da maalesef çok az sürdü. 1940lı yıllarda kapatıldı ve silsile halinde bugünlere geldik. 

Bugünlere gelecek olursak peki; akademisyenler okuldan atılıyor, şu an Ankara Üniversitesinde görevden alınmalar nedeniyle Tiyatro Bölümü ders veremeyecek hale geldi. Bu durumlarla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Erkan CAN: Onların yerine koyacak bir hocaları var mı? Yok. Hocaları attın, yerine hangi hocaları koyacaksın? Artık üniversitelerde hoca kalmadı, eğitim kalmadı, öğrenim kalmadı.

Konservatuarlar da dahil bütün üniversitelerin eğitim seviyesi düşüyor, çıta gün geçtikçe aşağı düşüyor. Kimlerin ders verdiklerini biliyoruz. Bizim son hocamız Yıldız Kenter’di, Ahmet Levendoğlu vardı daha eskilerden, Melih Cevdetler vardı, saymakla bitmez; ama şu an kimse kalmadı. Öğretmen diye bir şey kalmadı, kürsüler boşaltılıyor maalesef.

Tam da bu noktada kapatılan tiyatrolar, kent rantına direnemeyen salonlar ve sansüre değinecek olursak son dönemde meslek alanlarınız nasıl etkilendi? Siz nasıl etkilendiniz?

Erkan CAN: Biz oyunlarımızı oynamaya devam ediyoruz. Oyunlarımız da kendi içinde sözünü söylüyor seyirciye. Bu sözümüzü söylerken kırmadan, dökmeden, incitmeden estetik bir biçimde sözümüzü söylediğimiz zaman alkış geliyor. Bir yandan hocalar atılıyor, konservatuarlar kapatılıyor, eğitim seviyesi düşüyor. Bir değişim içerisindeyiz; ama ne tarafa? Her gün o kadar çok olay oluyor ki takip edemiyorsun artık. Günde iki-üç tane büyük olay oluyor ve bunlar sıradanlaşıyor. Artık hazmedemiyoruz, hazmetmeden kusuyoruz. Ülkenin ve dünyanın problemlerini, sıkıntılarını içimizde hissetmezsek de yaptığımız işin bir anlamı kalmıyor. Tiyatronun, sanatın özü karşı duruş ve eleştiridir aslında; eline bir ayna tutuşturup insanı insana göstermedir. İktidarda kim olursa olsun, kim gelirse gelsin, sanat herkese eşit mesafede uzak ve eşit mesafede yakındır; eşit mesafede eleştirir, hicveder, kendi aynasını tutar, kendisini gösterir. Bizim görevimiz de tam olarak budur; sanatın yaptıklarını halka göstermek. Biz bir taraf değiliz, bir taraftan olmak zorunda değiliz, olamayız zaten. Biz tarafsızız. Kim gelirse gelsin biz işimizi yaparak; bu dünyaya, ülkeye katkımızı sağlıyoruz. Oyunlarımızda eleştiriyoruz, yaralara parmak basıyoruz, işaret ediyoruz, insanlara dikkat edin diyoruz. Sanat bir şeyi tam onaramaz; ancak gösterir, dikkat çeker.

Biraz da Erkan Can’ın tiyatro serüveninden bahsedecek olursak, neler anlatmak istersiniz?

Erkan CAN: 1974 yılından beri tiyatrodayım. 8-10 sene bir ara verdim. Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatrolarındaydım, 657’li sözleşmeliydim. Devlet memuruydum yani. Olmadı. O dönem Mahallenin Muhtarları çıktı. Eskiden böyle izin de vermiyorlardı. İstifa ettim; ama tiyatro hep kafamın içindeydi. Sınıf arkadaşlarım bir tiyatro kurdular hemen oraya dahil oldum. 8 senedir de tiyatroya devam ediyorum. Tiyatro hayatımda hep var ve hep de var olacak. Öyle yetiştik; o eğitimi, o kültürü, o ahlakı aldık. Çağ ilerledikçe televizyon çıktı; sinemaya, dizilere geçiş yaptık, tabi ekonomik sebeplerle. Hepsini bir arada götürmeye çalışıyoruz yani.

Birçok insan için Erkan Can denildiğinde akla ilk gelen Gemide filmi oluyor. Bunun nedeni ne olabilir sizce?

Erkan CAN: Gemide çok önemli bir filmdi. Aslında Gemide bir kadın filmidir. Filmde genelde akılda kalan erkek iç dünyasının etkileri olsa da küfür, uyuşturucu, alkol vs ile tam bir kadın filmidir. Gemide öyle yaşayanlar var, gemide değil toplumun çoğunluğunda böyle yaşayan insanlar var. Bunlar ön plana çıksa da asıl önemli olan o insanların psikolojisi. İç dünyalarında ne fırtınalar kopuyor bilemediğimiz için, biz bu filmde bu iç dünyaya baktık biraz. Aslında bu film bir üçlemedir. Laleli’de Bir Azize ve Gemide. İkisi ayrı ayrı tek filmdir ve üçüncü ne diye sorarsak da ikisini birleştirdiğimizde kafamızda oluşan film. Yani üçüncü film aslında kadının filmi. Başrol aslında kadındır; kadının başına gelmeyen kalmaz ve film büyük bir kapitalizm eleştirisidir. Her replik hesaplanarak söylenmiştir, laf olsun diye küfür edilmez. Her sahnesi milimetrik olarak hesaplanarak çekilmiş bir filmdir. Aslında hepimiz aynı gemideyiz.

Oyunlarınızı farklı şehirlerde oynadığınızda seyircilerden gelen tepkiler ve sizin gözlemleriniz nelerdir?

Erkan CAN: Tiyatroda işin kalbi İstanbul’dur; ama bizim en çok turne yaptığımız yer Ankara ve İzmir’dir. Çünkü nüfustan ziyade Ankara seyircisi muhteşemdir. Ankara seyircisi tiyatroya çok alışıktır, tiyatroyu bilir. Devlet tiyatrosu ile büyümüştür Ankara’da seyirci. Ankara biraz sıkıcıdır, 40 yıldır gider geliriz; ama seyirci sağlamdır, iyidir. İyi seyirci, iyi bir muhalefettir aslında. Muhalefet iktidardır; onu besler, onu engeller. İyi seyirci olmak da zordur. Herkes oyuncu olmak ister, aktör olmak ister, aktris olmak ister, yönetmen olmak ister. Gençlere şimdi ben de onu diyorum zamanı gelince olursunuz, oyuncu da olursunuz; ama önce iyi bir tiyatro seyircisi olmalısınız.

İyi bir tiyatro seyircisi olmak iyi bir oyuncu olmak ile eş değerdir. Bilinçli, okuyan, takip eden bir seyirci bizim için en makbulüdür, bizi zorlar; biz de ondan besleniriz. Çoğu kültür Ankara’da harmanlanıp diğer bölgelerde, özellikle İstanbul’da açığa çıkıyor. Düzeni bozan İkinci Yeniciler olmuş sadece, Ankara’da yaşamışlar tersini yapmış onlar.

Son döneme ve geleceğe ilişkin düşünceleriniz ve planlarınız nelerdir?

Erkan CAN: Tiyatromuz devam ediyor, arkadaşlarımla gayet mutluyum. Güzel bir ekibimiz var, yeni oyunlar da olacak. Bir sürü projemiz var; şimdiden küçük bir ipucu vereyim, yeni bir tiyatro salonu yapıyoruz. Dostlarımız sağ olsun, onların yardımıyla güzel bir sanat merkezimiz olacak İstanbul’da. Bugünlerde gösterime bulunan “Alevli Günler” adlı komedi oyun sahnelendiği ilk günden itibaren 100000 bilet sayısını aşmış durumda. Nisan ayında Ankara’da gösterime gireceğini biliyoruz. Nisan ayında “Alevli Günler”de görüşmek dileğiyle. Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Doğrulama: Lütfen işaretçiyi Ankara'nın üzerine sürükleyin.
İpucu: Yakınlaştırabilirsiniz. Hedef dairenin içine bırakın.