Tarih & Arkeoloji

Çatalhöyük İlk Harita Orada Çizildi

Çatalhöyük İlk Harita Orada Çizildi
Paylaş

Çatalhöyük; Konya’nın Çumra ilçesine bağlı Küçükköy yakınlarında, MÖ 7000’li yıllardan itibaren yerleşim yeri olarak kullanılmış ve şu an arkeolojik kalıntıların bulunduğu bir yerdir.

Çatalhöyük, muhtemelen bugüne kadar bulunmuş en eski ve en gelişmiş neolitik çağ yerleşim merkezi olma özelliği taşımaktadır.

Neolitik dönem; göçebe yaşamdan, avcı-toplayıcılıktan yerleşik hayata yani tarım toplumuna geçişi ifade eder. Buzul çağının bitmesi ile ısınan hava, göçebe yaşam süren atalarımızın ilk defa yerleşik hayata geçmelerinde en büyük etmen olmuştur. MÖ 11000 yıllarından Göbeklitepe’den Çatalhöyük’e geçen 2000 yıllık süreçte insanlık tarihinin önemli detayları bulunmaktadır. İnsanlık direkt Göbeklitepe’den Çatalhöyük’e göç etmiş değildir, önce Çatalhöyük’e 9 km uzaklıktaki Boncuklu köye göçmüşlerdir. Bocuklutepe’de yaşayan insanlık ile Çatalhöyük’te yaşatan insanların genetik ve kültürel akrabalıkları, Çatalhöyük toplulumun Boncuklu gibi küçük toplumlardan doğduğunu göstermektedir.

İlk olarak 1960’lı yıllarda yapılan ve 1990’lı yıllarda yeniden başlayarak günümüze kadar devam eden Çatalhöyük’teki kazılar, uygarlık tarihine dair çok önemli bulgu ve bilgileri bizlere sunmaktadır. İşin ilginç kısmı ise buradaki kazıların henüz tamamlanmamış olması nedeniyle bizleri bekleyen çok daha fazla bilginin olabileceği ihtimalidir.

Çatalhöyük, yerleşik hayata yani tarım toplumuna geçişi göstermektedir. Bugün de Türkiye’nin tahıl ambarı olarak adlandırılan Konya Ovası, milattan önceki yıllarda da buğday üretimine ev sahipliği yapmıştır.

Yaban buğdayının evrimleştirilerek evlere girmesi, avcı-toplayıcı toplumun bitmesi ve yerleşik hayata geçilmesini sağlayan en büyük etmen olmuştur. Sürekli hayvanları avlayan, yiyecek ve içecek teminini artıracak gücü olmayan ve hayvanlardan, korkulardan kaçan ya da onları öldürdükten sonra anlık tüketen kültür; yavaşça erimiş, toplum değişmiş ve onlar ile beraber yaşamanın kapısı açılmıştır. Artık korkular azalmış, bilinmeyen bilinmeye başlanmış, Çatalhöyük’tekileriçin doğayı, hayvanları, insan ilişkilerini yönetmek çok daha rahat olmuştur. Evcilleştirilen buğday ile açlık sorunu azalmış, anlık yemek-içmekten ve sürekli olarak kaçmaktan bilmediğini öğrenmeye ve sorgulamaya başlayan bir topluluk oluşmuştur. Gıda sıkıntısı eskisi gibi sorun olmaktan çıkmış, yarınlara aktarılacak besin birikimi sağlanmıştır.

Tarımsal hayat ve hayvanların evcilleşmesi; artı ürün kavramını ortaya çıkartmış, şehirleşmenin ilk kapısını açarak 8000’e yakın bir popülasyon ile yaşamayı, mimari gelişim, ilk plancılık, meslek oluşumu ve sanat gibi bir sürü gelişimi beraberinde getirmiştir. Sokaksız bir kent oluşmuş ve dünyanın ilk planlaması burada ortaya çıkmıştır. Çatalhöyük’te yaşayan insanlar; kapıları ve pencereleri olmayan, damlardan evlere girilen yapılar yapmışlardır. Bu evler sırt sırta olup genelde iki oda ve bir salon olarak oluşmuştur. Bu ev sıklığının olması, bir nevi savunma sistemi yani diğer kentlerdeki sur ile kaplanmış yapı olarak düşünülmektedir. Evler, kare ve dikdörtgen olarak ailelerin ihtiyaçlarına göre oluşturulmuştur. Evlerin birbirlerine bu kadar yakın olmasının sebebi ise güvenlik olarak düşülmektedir. Aralarda oluşturdukları ince koridor ve holler de buğday ambarları ve dışkı atıklarının bulunduğu yerlerdir. Kendi evlerine ulaşabilmek için birbirlerinin evlerinin damlarından geçmek zorundadırlar ve evlere girişlerinde merdiven kullanmaktadırlar. Zaman geçtikçe de eskiyen veya yıkılan evlerinin üzerlerine yeni evler yapmışlardır. Sokak ve kapı kavramı olmadığı için sosyalleşmelerini evlerinin damlarında yapmaktadırlar. Evlerde ateşin yandığı ocaklık; damlardan girdikleri kısmın tam altında, dumanın çıktığı yerlerdir ve evlerini sürekli isten dolayı ve ışığın daha iyi yansımasını sağlamak için beyaz boya ile boyamaktadırlar. Duvarlarda inek-öküz, akbaba, leopar ve av sahnelerini tasvir ettikleri çizimler bulunmaktadır. Bazı çizimler vardır ki insanı ürkütür: Kafası kopmuş insan bedenini yiyen akbaba figürleri gibi. Daha korkutucu olanı ise ölülerini kendi yattıkları yerlerin altına gömmeleridir.

Evler birbirleri ile hemen hemen aynı, kendi imkanlarına yeterli ve eşit durumdadır. Mimarideki bu eşitlik kavramı aynı zamanda merkezi bir otorite ve seçkinler, yöneticiler olmaksızın hayatlarını idame ettiklerini ortaya sunmaktadır. Yönetimsel bir erke dair herhangi bir buluntu şu ana kadar çıkmamıştır. Yönetici ve seçkinlerden farklı olarak da kadın erkek eşitliğinin var olduğu, bulunan heykeller ile ön plana çıkmaktadır. Çıkartılan buluntular, eşit bir toplum algısını ortaya koymaktadır. Özellikle de kadın heykeli motifleri; iri memeli, oturan ve doğurganlığı simgeleyen kadınların olması, kadına verilen önemi göstermektedir.

Çatalhöyük’te ortalama yaşamın kadınlar için 30’lu, erkekler için ise 35’li yaşlar olduğu düşünülmektedir. Beraber yaşamanın, yeni hastalıklar ile tanışmanın ve bilmedikleri mikropların nüfuz etmesi ile yaşam süresinin düşük olmasının organik bir bağı vardır. Ayrıca buğdayın evrimleşmesi ile ilk defa bu kadar sık tüketilen bir besin maddesi, insan vücudunda alışılagelmemişlikle birlikte büyük diş ve ağız sorunları ortaya çıkartmıştır. Buğday, artık evlere girdikten sonra kolay üretilen ve tüketilen bir gıda olduğundan tercih sebebi olmuştur. Hayvansal gıdaların tüketimi azalmış, buğdaya yönelik bir alışılmışlık oturmuştur. Buğday ile beslenen ve beslenmeyen iki farklı kadının yapılarının incelemesiyle birlikte sadece buğday ile beslenen kadının diğer normal beslenen kadına göre doğurganlığının 6 kat arttığı; ancak memedeki süt ve emzirme süresinin ise dörtte bir oranında azaldığı anlaşılmıştır. Bu da doğurganlığı yüksek bir ivme ile artırmış; ancak gürbüz ve sağlıklı çocukların yetişmesini engellemiştir. Bu nedenle Çatalhöyük’teki yaşam ortalamasının düşüklüğünü bu durumla bağdaştırmak mümkündür.

Çatalhöyük’te Sanat

Avcı-toplayıcı hayatın bitmesi ve yerleşik hayata geçilmesi ile gerek korkunun azalması gerekse de zamanın insanlığa kalması; zanaatkarlık, üretim ve yeni buluşların ortaya çıkmasını oldukça hızlandırmıştır. Beraber yaşamanın öğrenilmişliği beraberinde şehirleşmeyi, ilk planlamayı, sabit bir toplum kavramını ortaya çıkarttığı gibi asıl önemlisi, yaratıcılığı ön plana çıkartmıştır. Evlerin duvarlarında o zamanın evcilleştirilemeyen hayvan figürlerinden en çok korkulanlarından biri olarak öküz-inek figürleri çokça bulunmaktadır. Bunlar, gerçek boğa kafataslarından şekillendirilimiş sıvanarak evlerin baş köşelerini süsleyen heykellerdir ve evlerin kutsal alanlarıdır. Arkeolojik kazılara bakıldığında çıkan öküz-inek kemikleri, şu anki evrimleşen inek-öküzlerin cüsselerinden yaklaşık bir buçuk katı kadar büyüktür. Evcilleştirilemeyen ve bugüne göre çok daha büyük cüsse ve boynuzlara sahip olduğu için korkulan bu hayvanlar, evlerde korkunun ve saygınlığın simgesi olarak duvarlarda bulunmaktadır. Evcilleştirildiğinde insanlık bu korktuğu hayvanı artık evlerine alınca, onun silahlarını almak ile yani boynuzlarını elde etmekle övünür. Yıllar boyu bu kültür ile gelen insanlık, zamanın komutanlarının ve imparatorlarının miğferlerinde korku yaratabilmek amacı ile kullanılmıştır (İskender, Timur gibi), miğferlerde boynuz figürüne sıkça rastlanmaktadır.

 

 

İlk Harita ve Zanaatkarlık

Bir diğer mistik ve ürkü yaratan hayvan ise zamanında Anadolu’da bulunan leopardır. Heykellerde leopar figürleri vardır ve daha da ilginç olan ise bir leopar derisi üzerinde, (kimi yorumlara göre kerpiç üzerinde) 3 metreye 90 cm büyüklüğünde Dünya’nın ilk çizilen haritası olarak bilinen bir yanardağın patlamasını tasvir edilen bir çizimin yer almasıdır. Kimi araştırmalar bu yanardağın Hasandağı olduğunu söylemektedir. Büyük bir felaketi tanımlayan binlerce yıllık bu harita, Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir. Bu patlama Çatalhöyük halkının sonunu getirmemiş; ancak onlara volkanik bir taş ile yani obsidyen ile zenginlik katmıştır. Obsidyen, bu halkın bir nevi madeni olarak bilinmektedir. Kolay işlenen bu taş ile silahlar, mızrak uçları, takılar, heykelcikler ve aynalar yapmışlardır. Kimilerine göre aynayı bulan bu toplumdaki kadınların kendilerini burada fark etmesi, anaerkil bir topluma geçişi sağlamıştır. Obsidyenin sivriltilip silah olarak kullanılması da hayvan avcılığı ve korkulan hayvanların evcilleştirilmesi konusunda çok büyük ilerleme kaydettirmiştir.

Anaerkil Toplum ve Kibele

Çatalhöyük halkı en kutsal kavram olarak bir kadını seçmiştir: Oturan, şişman, memeleri bereketli bir kadın; Kibele. Bir çok kazıda çokça çıkan bu heykel türü, insalık tarihinin tümünün tersine eril değil dişil bir yapı olduğunu bizlere göstermektedir. Şu an devam etmekte olan kazılarda bulunamayan bir diğer konu da bölgede kamusal, törensel ve şeflik mekanların bulunmayışıdır. Sadece bazı daha geniş binalarda törensel ve sembolik yapılar bulunmuştur ve bu buluntular, ruhban ya da lider vasfındaki insanların ekonomiyi ve üretimi kontrol etme gücüne sahip değillerdir. Ortak bir depo ya da ambar, saray ve tapınak yoktur, yani merkezi bir iktidar olmadan da bir arada yaşamayı bilen bir toplumdur; Çatalhöyük. Bu bulgular ve Kibele motifi, Çatalhöyük’ün eşitlikçi bir toplum olduğunu bizlere net bir şekilde ifade etmektedir.

İlk haritacılığın da Çatalhöyük’te başladığı göz önünde bulundurulduğunda gidip bu gizemli yerde tarihle buluşmanın, geçmişten gelen mirası günümüzle buluşturmanın belki de tam vaktidir.

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Doğrulama: Lütfen işaretçiyi Ankara'nın üzerine sürükleyin.
İpucu: Yakınlaştırabilirsiniz. Hedef dairenin içine bırakın.