Kamusal Alan

Bu Fayların Rantı Reserve Edildi

Bu Fayların Rantı Reserve Edildi
Paylaş

Rezerv yapı alanı, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun’un amacı kapsamında da belirtildiği üzere hem afet dışı hem de içi alanları kapsayacak şekilde uygulamaları içinde barındırıyor. Aynı Kanun içerisinde ise rezerv yapı alanı “Bu Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, TOKİ’nin veya İdarenin talebine bağlı olarak veya resen, Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenen alanları” şeklinde tanımlanıyor.

Rezerv yapı alanı kavramı, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında 31 Mayıs 2012 tarihinde yayınlanan Resmî Gazete ile hayatımıza girdi. Hayatımıza girdiği dönemden itibaren ise hem kentsel hem de kırsal alanlarda bulunan yapıları tamamen kapsaması, el konulan alanlarda yapılan resen tahliye ve yıkım işlemlerine karşı yasal engellerin ortadan kaldırması ile sürekli olarak Kanun’u yoğun tartışmaların odak noktası haline getirdi.

2023 yılında ise tartışmaları tamamen haklı çıkaracak şekilde Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’daki “rezerv yapı alanı” tanımında değişikliğe gidildi. Rezerv yapı alanı tanımında yer alan “yeni yerleşim alanı olarak” ibaresi çıkarılırken bu düzenlemenin gerekçesinde; uygulamada açılan davalarda herhangi bir taşınmazın rezerv yapı alanı olarak belirlenebilmesi için meskûn alanlar dışında olması gerektiği yönünde değerlendirme yapılarak hüküm kurulduğu, yerleşim yerlerinde yer alan parsellerin de rezerv yapı alanı olarak belirlenmesinin mümkün olmasının amaçlandığı belirtildi. Böylece artık meskûn mahalde, kentsel alanlarda yaşayan insanların da taşınmazlarına, konutlarına, yaşam alanlarına da resen el konulmasının önü tamamen açılmış oldu.

Yasa’yı genel olarak ele aldığımızda hem düzenleme biçimi olarak hem de mevcut uygulamalara bakıldığında bizler için en büyük risk teşkil eden yanı ise hukuksal bir denetim mekanizmasının çok ötesinde yetkiler içermesi. Riskli olsun veya olmasın resen yapılan uygulamalarda hem yerleşim alanlarının hem gayrimeskun doğal alanların resen rezerv alan olarak belirlenmesi, birçok problemi beraberinde getiriyor.

Örneğin; Hatay’ın Antakya ve Defne ilçelerinde 207 hektarlık bir bölge rezerv alan ilan edildi. Böylece Türkiye’de ilk defa bir yerleşim alanı, rezerv alan ilan edilmiş oldu. Burada yaşayan halk, ortalama iki ay içerisinde evlerini terk etmek durumunda kaldı. Projelerin bitiş tarihlerindeki belirsizlik ve ödeme planlarının açıklanmayışı ise burada yaşayan halkın depremden sonra bir kere daha mağdur edilmesinin önünü açtı.

Artık hemen her gün gündemimizde olan ve ülkenin tamamını her anlamda etkilemesi kaçınılmaz bir gerçek olan büyük İstanbul depremi için yapılan çalışmalar kapsamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yerel seçimler öncesi hazırlanan raporda; 6306 sayılı Yasa değişmeden önce 22 bin hektarı Kanal İstanbul projesi çeperinde olan toplamda 38 bin 830 hektar büyüklüğündeki bölgenin rezerv alan ilan edildiği yer aldı. Bu rezerv alanların ise sadece 3 bin 300 hektarlık alanında uygulama imar planının mevcut olduğu belirtilirken özellikle Arnavutköy civarında ilan edilen rezerv alanlarda ruhsatsız ve iskansız çok fazla yapı olduğu, bu sebeple de ilgili alanların imarı olmadığı için yerleşim yeri olarak görülmediği, fiilen 88 bin nüfusun bulunduğu alanın kâğıt üzerinde yerleşim alanı olarak görülmediği yönünde raporlar mevcutken benzer durumun Fikirtepe bölgesinde de yaşandığı kayıt altına alındı. Bu duruma rağmen ilan edilmiş rezerv alanlara toplamda 2 milyon 850 bin nüfusun taşınması öngörülüyor. Mevcuttaki rezerv alan uygulamalarında ise askeri alanlardan lüks konut yapıları üretilirken Tuzla bölgesi civarında riskli alan ilan edilerek yıkılan evlerdeki halkın bu rezerv alana taşınması yerine bu alanlar, benzin istasyonları ve AVM gibi ticari yapılaşmalara açılıyor. Bu durum ise bu alanlara plan dışında ekstra nüfusun taşınmasının ve ticari yapılaşmaların önünün açılmasını sağlayarak bu bölgelerde rezerv alanlarının kullanım amacı dışına taşındığını gösteriyor ve yine raporlarda yerini alıyor. Rezerv alanların amacı dışında kullanılmasının önüne geçmek adına İBB tarafından imar planlarına dair açılmış 47 ayrı dava bulunuyor.

Ülkemizdeki mevcut iktidar anlayışı ve sürekli olarak inşaat sektörüne dayalı üretilen ekonomi politikaları, günümüzde mülksüzleşme kavramını en çarpıcı örnekleriyle hayatımıza yansıtıyor. Bakanlığın müdahale alanını genişletilmesi ve hukuksal denetim mekanizmasından tamamen çıkarılan bu yapıyla beraber halkın yıllarca emeği ile mücadele ederek edindiği mülklerin ellerinden alınarak kent merkezlerinin dışında yaşamak zorunda bırakılması, mülksüzleştirme politikalarının en büyük temellerini oluşturuyor. Kent merkezlerinde değeri artan bölgelerin rezerv alan ilanları ile ekonomi ve ticaret merkezleri haline getirilmesinin önü açılıyor. Kendi mülklerinden zorla alıkonulan halk ise hem kent merkezlerinin dışında yaşamak hem de borçlandırılarak hayatlarına devam etmek zorunda kalıyor.

Afet alanları için yapılan düzenlemeler dahi bir fırsat kapısı olarak görülerek bilimden, fenden ve teknikten uzak hukuksal bir mekanizmanın zincirlerinden bağımsız, adeta elde bir değnekle “Burayı yerleşime açıp burayı kapatıyorum.” uygulamaları gündeme geliyor. Modern toplumlarda hiçbir mekanizma, hukuk sistemi denetiminden çıkarılamaz. Günümüz uygulamalarında da görüleceği üzere afet yasasının dahi afetlere tedbir amaçlı kullanılmadığı bir yapı ile karşı karşıyayız. Yasaların ve uygulamaların tamamının sağlıklı kentleşmelerin ve özgür yaşam alanlarının önünü açması için tüm sorumlulara, sermayenin değil halkın yararına yapılacak kentleşmeleri sağlayacak uygulamaları hayata geçirmeleri gerektiği çağrımızı yineliyoruz.

Rezerv yapı alanı, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere Toplu Konut İdaresi Başkanlığının veya idarenin talebine bağlı olarak veya resen Bakanlıkça belirlenen alanlar olarak tanımlanmaktadır.

Ülkemizde ise rezerv yapı alanı olarak belirlenen yerler ne yazık ki amacından uzaklaşılarak rant gayesi ile kullanılmaktadır. Son olarak Hatay’ın Samandağ ilçesinde de rezerv yapı alanlarının belirlenmesi ile bu hususun yeniden değerlendirilmesi gereği doğmuştur.

6 Şubat 2023’de yaşadığımız depremin yol açtığı felaket; içerisinde Samandağ’ın da bulunduğu çok geniş bir coğrafyada büyük yıkımlara, can kayıplarına, acılara yol açmıştır. Acil kurtarma ve yardım anında devlet ortada görünmemiş, enkazlar altındaki insanların can kayıpları artmış, insanlık dramının ve acı ortamın boyutları daha da büyümüştür.

6 Şubat depremleri; siyasal iktidarın, toplumsal ve insani sorunlar karşısında ne kadar körleştiğini, kamu örgütlenmesinin ne kadar aciz bir yapıya dönüştüğünü ve ne kadar etkisizleştiğini açıkça ortaya koymuştur.

 

Depremin üzerinden bir yıldan fazla geçmesine karşın deprem sürecinde diğer büyük depremlerde olduğu gibi devletin ortada görünmediği, en temel kamu hizmetlerinin topluma ulaşmadığı, insanların yıkımla ve yıkılmış binalarıyla, kaderleriyle baş başa bırakıldığı bir süreç yaşanmıştır.

Devam eden bu süreçte deprem bölgesinde giderek derinleşen sorunlara çözüm üretilmemekte, felaketin üstü örtülmeye çalışılmaktadır. Deprem bölgesinde gerek yeniden yapılanmasında gerek risk altında bulunan kentlerin depreme hazırlanmasında sistemin bilinen modeli yeniden üretilmekte, kenti ve toplumu depreme hazırlamak yerine depremin sonuçlarına hazırlanmak istenilmektedir.

Depremden doğrudan etkilenen milyonlarca insan çaresizlik içinde yaşamını sürdürmeye çabalamaktadır. Bu insanların içine düştüğü işsizlik, yoksulluk, maddi kayıplar ve yakınlarının, dostlarının kaybedilmesi ile büyüyen moral çöküntüyü giderecek çözümler ise ortada görünmemektedir. İnsanlar, gelecek umutlarını ve beklentilerini her geçen gün daha fazla kaybetmektedir. Bu insanları yaşama bağlayacak, psikolojik çöküntüyü onaracak insani çözümler gündeme bile alınmamaktadır.

23 Ekim 2011 yılında Van’da yaşanan deprem sonrası 2012 yılında çıkarılan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve 6306 Sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği’ne göre Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde günümüze kadar yapılan uygulamaları incelediğimizde; iktidarın afet gerekçesiyle “riskli alan” ve “rezerv alan” ilan etmesinin nasıl bir rant amacı güttüğüne, düşük gelirli insanların mağdur edildiğine ve mülksüzleşmesi ile sonuçlandığına sayısız kez tanık olunmuştur.

Hukukun temel ilkelerine aykırı olarak hazırlanan bu Kanun’da çıkarıldığı 2012 yılından bu yana birçok kez, yönetmeliklerde en son 21 Mayıs 2024’de olmak üzere toplam 12 kez yapılan değişiklikler; iktidarın neler yaptığı, neleri yapacağının referansıdır. Afet riski altındaki kentlerimizde alınacak tedbirleri öngörmek, yapılacak işlemleri gerçekleştirmek için çıkarılan yasaların ve yapılan değişikliklerin deprem bölgesinde yaşanan sorunlara bir çözüm üretmediğini yaşayarak görmüş bulunmaktayız.

Depremin yol açtığı felaket sonrası bunun tekrar uygulamaya alınması, sosyal devlet anlayışına uygun değildir. Sorunları çözmek yerine kullanım değeri olan mekanlarımızı, sermayenin çıkarları için değişim değeri haline getirerek servet ve sermaye birikimi olarak gören bu anlayışa, bunu dayatan mevcut uygulamalara derhal son verilmesini gerekmektedir.

Bu nedenle Samandağ halkının, yerel yönetiminin, toplumsal örgütlü yapıların da içinde bulunduğu bir örgütleme modeliyle sorunların çözülmesi gerekmektedir ve yaşanmakta olan mülksüzleştirme süreci, bu yasaların geçmiş yıllardaki pratiklerinden ortaya çıkan mülksüzleştirme süreci, yerinden edilme süreci Samandağ’da yaşanmamalıdır. Bu kapsamda halkın örgütlendiği Samandağ’da demokratik bir yerel yönetim alanının, toplumun bütün kesimlerini kucaklaması; toplumun hücrelerine girerek toplumun siyasal bir parti aidiyeti gözetmeksizin halkın çıkarlarını, bireysel çakarların önünde gören bir anlayışla, gerekli olan bilimsel ve teknik çalışmaların yapılması için konunun uzmanları, meslek örgütleri ve diğer demokratik kurumları ile iş birliğini derinleştirmesi olması gerekendir.

 

Bu nedenlerle;

1. Depremin yol açtığı felaket nedeni ile ağır bir yıkım yaşamış ve yaralarını yıllarca saramayacak bir kentimizin sorunlarının günü kurtaran parçacı bir anlayış yerine evrensel ve temel bir hak olan sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam hakkının demokratik bir planlama sürecinde alınacak kararlarla belirlenmesi, Mevcut 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve 6306 Sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği’ne göre yapılacak uygulamalardan vazgeçilerek hukukun temel ilkelerini esas alan bir yeni düzenleme yapılması,

2. Bu perspektif doğrultusunda bütüncül ve birbirini tamamlayan şekilde bir inşa süreci kamu desteği ve yerel yönetimler eli ile yapılması,

3. Toplumların hafızası olan ve hem toplumun şekillendirdiği hem de toplumu şekillendiren bir süreç olan kentlerin inşa sürecinin temel öznesi, toplumun kendisi ve temsilcileri olduğundan temel öznenin kentlerin inşasında birinci dereceden söz ve yetki sahibi olması,

 4. Yeni yapılanma süreci için yeni bir imar ve şehircilik hukukunun geliştirilmesi, depreme dayanıklı yapı üretimi süreci ve kamusal denetim mekanizmalarının oluşturulması gerekmektedir.

Halkın kaygılarını gidermeden, gelecek on yılların hesabını yapmadan, bu kentin asli unsurlarını, seçilmişlerini temel karar mercii kılmadan, sosyal devlet ilkesini temel barınma hakkı ile işletmeden, bu coğrafyaya özgü yapılacak her iş ve işlemi vergiden ve her tür harçtan muaf tutmadan, barınma hakkını bedelsiz, sosyal devlet olmanın gereği saymadan, bu halkın hiçbir talebine cevap vermeyen, hiçbir kaygısını gidermeyen mevcut yasal düzenlemeleri talepler doğrultusunda güncellemeden yahut alternatif, geçici, bölgeye özgü yenilerini ikame etmeden atılacak her adım; bu coğrafyada iç barışın bozulmasına, var olan acıların katlanmasına ve zaten bir buçuk yıldır (6 şubat depreminden bu yana) normal olmayan bir coğrafyanın normal olmayan bir toplumunda, anormallikleri ve buna bağlı psikolojik ve sosyal patlamaları ön görülemeyecek şekilde arttırmasına neden olacaktır.

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Doğrulama: Lütfen işaretçiyi Ankara'nın üzerine sürükleyin.
İpucu: Yakınlaştırabilirsiniz. Hedef dairenin içine bırakın.